Yaşanılanı sıcağı sıcağına aktarmak gerekliliğini Island peak tırmanış hikayemde daha iyi anlamış bulunuyorum. Neredeyse bir yıl olacak ve yazmaya
bir türlü elim varmadı. Sebebi belki de anlatırken sözlerime kısıtlamalar yapmam gerektiğinden. Neyse günü gelmiş olmalı. Sizlere tam detayları ile
olmasa da belirli bir çerçevede aktarmak istiyorum.
Benimle dağları paylaşmış olan arkadaşlarım bilirler ki yalnızlığı severim. Yoğun çalışma tempomdan fırsat bulduğumda uzun periyotlu yurtdışı tırmanış
etkinliklerinde ruhuma yakın insanlarla yol almayı da severim. Çünkü zorlu ve uzun olan bu yolculuklarda birbirimizi anlama ya da katlanma gerektiren
durumlar ortaya çıkabiliyor. Bugüne kadar başarılı ve güzel insanlar rehberliğinde pek çok tırmanış yaptım. Bana katkıları yadsınamaz. Island Peak tırmanışında
ilk kez yalnız hareket etme isteğim doğdu. Gerçi şartlarda bu durumu yarattı. Zira öncesinde beraber hareket edeceğimiz arkadaşlarla birkaç kez bir araya
gelsek de program bir türlü netlik kazanmadı. Zaman, bütçe, sağlık gibi sebepleri vardı. Sonrasında iki bayan arkadaşımın tek başına yaptıkları Nepal gezisi beni
cesaretlendirdi, neden olmasın dedim. Ve Nepal’den rehberlerle orta şeker ingilizcemle yazışmaya başladım. Bu iki-üç ayımı aldı. Bir rehberden bir diğerine. 6189 mt
yüksekliğinde, bilmediğim bir dağa çıkmayı düşünüyordum. Herhangi biri olamazdı canımı emanet edeceğim kişi ve sonunda rehber
tarih ve etkinlik programım belli oldu. Heyecanlıydım. Zira Türkiye’de yalnız bir bayanın yirmi gün boyunca dağda yol alması akla yatkın gelmiyordu. Benim akıl da
sonuçta bu coğrafyaya aitti. Onunla da mücadele ettim. Bir gün beraber program yapmayı düşündüğüm Ankara’dan bir arkadaşım aradı ve bu yıl gidemeyeceğini söyledi,
bense program yaptığımı ve gideceğimi söyledim. Kararlılığım onu etkilemiş olacak ki, programı yollamamı istedi, gönderdim. Sabah ‘kendimi sana emanet ediyor, senin
için de mahsuru yoksa gelmek istiyorum.’ yazan mesajını okudum. Hem sevindim hem üzüldüm. Sevindiğim dağda anlaştığım biriydi, yol arkadaşı fena olmazdı. Üzüldüğümse
kendimle mücadele edip tek başına başarıp başaramayacağımı göremeyecek olmamdı. Yazışmalarım kısa süre sonra iki kişilik programa dönüştü. İnsan her değişen koşula
teslim olursa kolay adapte olabiliyordu. Ve gittik. Klasik Nepal tırmanış programıydı. İki günlük Kathmandu gezisi, sonrası Lukla ve tırmanış rotası.
Ayarlamış olduğum rehber Dawa gönlüme göre biri çıkmıştı. Prensipliydi. Sözünü yerine getiren, disiplinle hareket eden biri olmasından mutluydum. Çünkü bu benim
için huzur demekti. Taşımacılarımız Phuri ve Ang Dawa şeker gibi çocuklardı. Cılız yapılarına rağmen sırtlandıkları yükler, çoğu zaman vicdanıma ağır geldi.
Tırmanış sonunda ben başardım demek onlara büyük haksızlık. Onlar olmadan da tırmanacak dağcılarımız elbette vardır ama onların varlığı tırmanışı kolaylaştıran ve
başarıyı arttıran büyük bir unsur. Tabii yol arkadaşınız olan rehber dikkatli seçilmeli. Her rehber ya da her ekip sizi zirveye ulaştıramayabilir. Her koşulda olduğu
gibi insanların yaptığı işi benimsemeleri, doğayı, insanları sevmeleri gerekli.
Bugün aklımda kalanlardan;
İlk Namche Bazaar’a vardığımızda dizlerim error verdi. Merdiven inip çıkarken halimi görseniz bu kadının burada ne işin var derdiniz. O günün akşamı Dawa’ya
”Ne dersin çıkabilir miyiz” dediğimde kuşku dolu bakışlarını görmeliydiniz. Oradan aldığım dizlikler hayatımı kurtardı. Hiç aksatmadan hergün taktım. Bir o bir de
trekking botlarımın başarmamda büyük payları olduğunu söyleyebilirim.
İkinci anımsadığım birinci kampta donacak kadar çok üşüdüğümdü. Dawanın yönlendirmesi ile almış olduğum polar uyku tulumu cankurtaranım oldu. High kampta bitmeyen
uzun bir gecenin yarısı tırmanış başladı. Phuri de bize eşlik ediyordu. Üstünde aynı kıyafet ayağında aynı ayakkabı ile. Buzula gelip krampon giydiğimizde içi titriyor
du. Allahtan Dawa onu kampa geri göndermiş.
Üçüncüsü benim yükseklik korkum. Ya da boşluk hissi korkum mu demeliyim bilemedim. Bir yere geldik ki sormayın gitsin. Buzul geçişi, altı boş, otuz cm falan kalınlığın-
da bir yer. Orada bir kal geldi bana, neyse Dawa’nın hakimiyeti ile geçtim. Bitti sanırken Everesti merdiven geçişleri yüzünden hiç hayallerine bile sokmayan ben,
bu yıl oluşan çatlağa yerleştirilen bir merdivenden inmek zorundaydım. Everest dağındakilerin zorluk derecesi mutlak daha fazladır. Ama ben kendi everestimi aşmıştım.
Her geçtiğiniz zor alandan sonra zirveye yaklaştığınızı düşünüyorsunuz. Bakıyorsunuz ki daha alınacak çok yolunuz var. Gerçek hayatta olduğu gibi. Merdiven aşamasından
sonra düzlük bir alan yürü yürü bitmeyen ve sonra başını kaldırarak baktığınız, sizi zorlayacak island peak zirvesi. Sezonunda günde kırk kişi falan oluyormuş zirveye
yürüyen. Gerçekten de güneş yüzünü gösterirken zirveye tırmanan birçok insan vardı.
Sonuncu anımsadığımsa; Arkadaşımın island peak zirvesine bakarak “Şuraya bak, bence artık bırakalım, buraya kadar geldik, başardık sayılır” dediğiydi. Kelime değişikliği
varsa hakkını helal etsin. Sonuçta söylediği yerde tırmanışı bırakmamızdı isteği. Hiç düşünmeden ona döndüm ve ‘Ben çıkacağım’ dedim. Sonra düşündüm. Söylediğim
sözde haddimi aştığımı fark ederek ‘Yani ben deneyeceğim’ diyerek değiştirdim. Doğrusu da buydu. Denemeden neden bırakayım, son demimi harcamamış, henüz tükenmemiştim.
O da ben de devam ettik ve yorgunluğumuzu zirve ile taçlandırdık. Bendeniz her zamanki gibi zirvede sevinçten ağladım. Bana bunu nasip eden Allah’a şükürlerimi sunarak.
Filiz, ”kızım anlatırken yaşadığını olağan bir şeymiş gibi oldubittiye getiriyorsun” der hep. Yaptığımı herkes yapabilir ve her yaşayan kendi hikayesini yaşar.
Çıkılan yolculuğun başlangıcı, gelişmesi heyecanlıdır. Son sonuçtur biter ve siz bir başka dağın özlemini duymaya başlarsınız. Döner dönmez ayağımın tozu ile arzu
duyduğum dağı araştırır buldum kendimi. Olur olmaz bilemem. Bildiğim ‘OL DER VE OLUR’
Last modified: Temmuz 11, 2022